News - Koza - Sağlıklı Yaşam ve Egzersiz Merkezi

Mayıs 21, 2021
shoulder-gif.jpg

Kas yırtığı denince gözümüzün önüne kağıt yırtığı gibi bir görüntü geliyor degil mi?
Aslinda kas yırtıkları ismindeki gibi bir yırtık degil. Ten çoraptaki ufak bir ayrılma gibi düşünebilirsiniz.

Kas yırtıklarının derecelendirilmesine göre tedavi planlamasi yapılır. Rüptürün yeri ve derecesi mr sonucuna göre belirlenir.

❗️Tam rüptürlerde (yırtık) ortopedik cerrahi şarttır.
Kısmi rüptürlerde ise, hem mr hem de klinik degerlendirme sonucu bir fizyoterapi plani programlanır. Hastanın omzunu kullanamadığı açılarda kesinlikle zorlama yapılmaz❌
Genelde kas yırtıkları, ilgili kasın omuzdaki bazı eklemlerin altında sıkışmasıyla oluştuğu icin, tedavide yapılan agresif germe açma yöntemleri sıkışmayı, dolayısıyla yaralanmayı arttırır.

Zaten yırtığa eşlik eden ödem hem artar hem de cevre dokulara da yayılmaya başlar.
Bu yüzden, kas rüptürlerinde öncelik ✏️Ağrıyı kontrol altına almaktir. ✏️stabilizasyon ve ağrısız açılarında minimum harekettir. ✏️Bu dönemde, ödemi dağıtacak teknikler çalışılmalı, çevrede kasılmış yumuşak dokulara masaj tercih edilmelidir. ✏️ Ağrı azaldıkça ufak mobilizasyonlar ile dolaşımı arttırıp kastaki iyilesmeyi desteklemektir. Zaten vücut hasarlanan bölgeyi belli maddeler ile iyilestirmeye başlar. Elinizdeki bir kesigin zamanla iyileşmesi gibi…😉
✏️ Ödem azalmaya başladıkça omzun kaybettigi hareketi kazanmak gerekir. Bunun için çevredeki kaslara yüzeysel / derin (hastaya göre değişir) friksiyonlar tercih edilebilir.
✏️ omzun hareket açısı artıp, ağrı sıfır noktasına yaklaştıkça dirençli egzersizler ile kuvvet elde edilmelir.

Kas yırtıklarına yönelik fizyoterapide aceleci olmamak, bilinçli ilerlemek gerekir. Erken yada fazla yapılan bir müdahele yırtığın siddetini arttırabilir.

Önce doktorunuza sonra bir fizyoterapiste başvurunuz.

Fizyoterapist Osteopat Esra Şahin

 


Mayıs 21, 2021
scar.jpg

Deri dokusundaki kesikler, yara izleri aklınıza gelmeyecek disfonksiyonlar olusturabilir.
Ozellikle abdominal bölgede en cok karşımıza çıkan cerrahi kesileri sezaryen, kesileridir. Bu tür kesilerde sadece deri dokusu değil, kaslar, fasya da kesilir. İyilesirken karındaki bu tür dokulara cogu zaman gerilerek (büzüşürerek) iyilesir. Ve cevre dokularda, özellikle fasyada (kasın kılıfında) gerim oluşturur. Dokulardaki bu büzüşmeler, boyunda, belde, omuzda vs hareket kısıtlılığı ve ağrı oluşturabilir. Bu tür disfonksiyonlarin önüne geçmek icin yara yerininin kanlanmasının iyi olması ve doku hareketliliğinin arttırılması gerekir. Osteopatik tedavi yöntemleri ile bu hareketliliği arttırmak, fasyal gevşemeyi sağlamak mümkündür.
.
Fzt Osteopat Esra Şahin


Ekim 21, 2020

Manuel tedavi en genel anlamıyla el ile yapılan tedaviler demektir. Son dönemlerde manuel tedavi denilince akla “kutletmeler, kitlatmalar” gelmekte olup, bu islemlerde kayan diskleri eklemleri kemikleri yerine oturtulduğu düşünülmektedir.

Bazen fizyoterapistlerin hastalara söylediği , “diskiniz yerinden kaymış, kemikler birbirine sürtüyor, bir omurunuz dönmüş” gibi söylemler hastada panik ve korku olusturur. Ağrıyı yanlış algılamasına ve agrının beyinde santralize olmasına sebep olur.

Manipülasyon işlemi, kısa süreli reflex bir cevap olarak rahatlama sağlayabilir. (İstinaden Bazen gercekten omurdaki bir rotasyon ağrıyı arttırıyor olabilir.)
Bu rahatlama yapılan manipülasyonun kas ve sinir dokusunda üzerinde “nörofizyolojik” bir yolla sağlanır, bir dokuyu yerine oturttugumuz icin degil!

Zaten bir islemle yerine oturan yerinden kıpırdayan bir doku gün icinde bize sürekli problem yaratmaz mi?

Manuel terapi,
Hastayı ağrısı ile ilgili bilgilendirmeyi
Her yönden degerlendirmeyi
Gun içi aktivilerini ergonomik açıdan düzenlemeyi
Kisiye uygun egzersiz vermeyi
Güven olusturduktan sonra elle bir takim teknikler uygulamayı kapsar.


Nisan 6, 2020

Sezgisel yeme-yeme farkındalığı

Yeme tutum ve davranışları genetik, çevre, hormonlar, bireyin o anki duygusal durumu, sosyo-demografik özellikler, geçmiş deneyimler, kültürel ve dini inanışlar, medya, beden algısı, şişmanlık, iştah vb. pek çok faktörden etkilenmektedir. Yeme tutumlarındaki değişimler yeme bozuklukları gibi bazı sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. Birden fazla öğeden etkilenen yeme davranışı psikolojik açıdan ele alındığında insanların günlük hayatta çeşitli olaylar sonucu sıkça maruz kaldığı stres, gerginlik, can sıkıntısı, mutluluk, sevinç, heyecan gibi duygularla yakından ilişkili olduğu görülmektedir.  Son yıllarda sağlıklı yeme tutum ve davranışlarının kazanılmasında özellikle sezgisel yeme ve yeme farkındalığı yetisinin gelişmişliğinin önemi vurgulanmaktadır. Sezgisel yeme ve yeme farkındalığının özellikle ağırlık yönetimi ve yeme davranışı bozukluklarının tedavisinde geleneksel enerji kısıtlı diyet tedavisinin alternatifi olabileceği vurgulanmaktadır. (1)

Sezgisel yeme bireyin, vücudunun doğal olarak verdiği fiziksel açlık, tokluk sinyallerini dinleyerek ve bu sinyallere uyum sağlayarak yemek yeme biçimi olarak tanımlanmaktadır. Bu kavram  diyetsiz yaklaşım , normal yeme, akıllıca yeme  ve bilinçli yeme  gibi kavramlar olarak da belirtilmektedir. Sezgisel yeme, fizyolojik açlık ve doyma ipuçlarına yanıt olarak yemeyi vurgulayan uyumlu bir diyet davranışıdır. Sezgisel yemenin temel ilkesi “vücut bilgeliği” kazanmaktır . Sezgisel yeme, bireylerin özel bir sağlık sorunu olmaksızın vücut ağırlıkları kontrolüne yanıt olarak geliştirilen, temelde vücudun ihtiyacı olan yiyeceklerin miktarını ve türünü bilmesi olarak da ifade edilmektedir (2). Bireyin fizyolojik olarak açlığını doyurması, yeterli miktarda besin alımını sağladıktan sonra aşırı doygunluk oluşmadan yemeyi bırakabildiği temel yeme davranışı olarak ortaya çıkmaktadır. Sezgisel yemek yemede temel yaklaşım; bireyin herhangi bir kronik hastalığı olmadığı sürece (örn. diyabet, besin alerjileri) içgüdüsel olarak beslenme dengesini sağlayacak şekilde seçimlerini yapması ve bu nedenle besin tüketim çeşitliliği ile ilgili herhangi bir kısıtlamanın olmaması yönündedir (3).

Sezgisel yeme kavramı üç temel yaklaşıma dayanmaktadır:

  1. Yemek yemeye koşulsuz izin verme (ne zaman acıktığı ve hangi besini arzuladığı),
  2. Duygusal nedenler yerine fiziksel nedenlere dayalı yemek yeme,
  3. Fiziksel açlık ve tokluk sinyallerine bağlı yemek yeme (ne zaman ve ne kadar yemek yemesi gerektiğini belirlemek) (4).

Yemek yemeye koşulsuz izin verme davranışı, kişinin fiziksel açlık hissettiğinde o anda arzulanan yemeği yemesi olarak açıklanmaktadır. Bu yeme stratejisine katılan bireyler, ne ve ne kadar yiyeceğini düşünmeden sadece açlık sinyallerine göre hareket etmektedirler. Yemek yeme konusunda kendilerine koşulsuz izin veren bireylerin fiziksel açlık ve tokluk sinyalleri tarafından kontrol edilen yeme davranışları nedeniyle aşırı yeme davranışı sergilemedikleri belirtilmektedir (2). Sezgisel yeme davranışı sergilemeyen bireyler duygusal doygunluğa ulaştıklarında yeme davranışını sonlandırmaktadırlar. Sezgisel yeme davranışının doğuştan gelen bir farkındalık yetisi ile geliştiği ve bireyin “karnın aç olduğunda yemek ye ve karnın doyduğunda yemeyi bırak” ilkesi ile hareket ettiği belirtilmektedir (3).

Sezgisel yeme yetisine sahip bireylerin vücut ağırlığı artışına neden olan yeme davranışlarını sezgisel besin tüketmeyen bireylere göre daha düşük düzeyde gösterme eğiliminde oldukları gözlenmiştir (5).

Yeme farkındalığının daha sağlıklı yemek yeme üzerinde nedensel bir etkisi olduğu, daha az enerji alımı ile yeterli ve dengeli beslenmeyi teşvik ettiği ve sağlıklı vücut ağırlığı kaybına yardımcı olduğu bildirilmektedir. Jordan ve ark. tarafından yapılan bir müdahale çalışmasında müdahale grubuna, 15 dakika süresince bir müzik dinlettirilip bireylerin rahatlaması sağlanmıştır. Bu esnada doğru nefes alma, duyumlar ve bedende yer alan organlar ve uzuvlara odaklanma çalışması yapılmış ve beden farkındalığı oluşturulmaya çalışılmıştır. Kontrol gurubuna sadece müzik dinlettirilmiştir. Bu müdahaleden sonra katılımcılardan bir masa etrafında oturup 3 dolu kase (her katılımcıya ayrı kase ancak aynı miktarda içeriğe sahip) içerisindeki kraker, çiğ badem ve renkli boncuk çikolatayı tatmaları, istedikleri kadar yemeleri ve ne kadar lezzetli olduklarını 1(hiç) ile 5 (çok fazla) arasında derecelendirmeleri istenmiştir. Çalışma sonucunda müdahale grubunun kontrol grubuna göre % 24 daha az enerji aldığı bulunmuştur ve ayrıca yeme farkındalığı ile besin tüketimi arasında nedensel bir bağlantı olduğu ifade edilmiştir . Bu yeme farkındalığının, odaklanmış ve yargılayıcı olmayan dikkat ile mevcut olayların farkındalığına sahip olunabilmesini sağlayarak besinlerin aşırı tüketiminin azaltılmasına yardımcı olabileceği düşünülmektedir (6).

Her ne kadar sezgisel yeme ve yeme farkındalığı benzer görünse de sezgisel yeme daha çok bireyi yemek yemeye iten sebepler (açlık ve tokluk sinyalleri gibi) üzerinde dururken; yeme farkındalığı yeme eylemi gerçekleşirken bireyin neyi, nerede, nasıl yiyeceğinin farkındalığı, dış etkenlerle olan ilişkisi ve besin üzerinde yargılama yapılmaması üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu nedenle sezgisel yeme ve yeme farkındalığının birlikte ve farklı değişkenlerle değerlendirildiği çalışmalar her geçen gün artmaktadır. Sezgisel yeme ve yeme farkındalığını araştıran çalışmalar genellikle adelösans bireyleri de kapsayan genç ve yetişkin bireyler üzerinde yapılmıştır. Ancak yapılan çalışmalar bu iki yeni yeme davranışı yaklaşımını tüm yönleriyle açıklamak ve de özellikle müdahalelerde ortak yöntemler oluşturmak için yeterli görülmemektedir. İleri çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Çocuklarda bu iki yeme davranışı yaklaşımı ile ilgili müdahale çalışması ve ya uygulanmış teknikleri literatürde bulunmamaktadır. Sezgisel yeme ve yeme farkındalığına dayalı müdahaleler tek başına diğer geleneksel vücut ağırlığı yönetimi stratejilerine göre daha bütüncül ve uzun süreli bir tedavi yaklaşımı sunabilmektedir. Vücut ağırlığı yönetimi ve yeme bozukluklarının tedavisinde diğer geleneksel yöntemlerle birlikte sezgisel yeme ve yeme farkındalığı yaklaşımlarının bir arada kullanılarak geliştirilecek yeni tedavi stratejilerinin umut verici olacağı ancak bu konuda daha kapsamlı geniş popülasyon çalışmalarının yapılması gerektiği düşünülmektedir. (1)

KAYNAKÇA:

1.Özkan N. Ve Bilici S. Yeme Davranışında Yeni Yaklaşımlar: Sezgisel Yeme Ve Yeme Farkındalığı.Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi 2018.

  1. Tribole E, Resch E. Intuitive eating: A revoutionary program that works. 3rd edition, N.Y.: St. Martin’s Press, New York 2012.
  2. Tylka T. Development and psychometric evaluation of a measure of intuitive eating. Journal of Counseling Psychology. 2006.
  3. Akay GG. Yeme Bozukluklarında Fiziksel Açlığı Duygusal Açlıktan Ayırt Edebilme. Turkiye Klinikleri J Psychol-Special Topics.2016.
  4. Gast J, Hawks SR. Weight Loss Education: The Challenge of a New Paradigm. Health Education & Behavior. 1998.
  5. Brown KW, Ryan RM, Creswell JD. Mindfulness: Theoretical Foundations and Evidence for its Salutary Effects. Psychological Inquiry. 2007.

Nisan 6, 2020

Dünya geneline yayılmış bir sağlık sorunuyla uğraşıyoruz;  coronavirüs salgını. Bütün insanlar evlerine kapanmış , kendini ve çevresini korumak için çaba sarfediyor. Bu evde kalış süreci bizi sosyal, ekonomik, psikolojik ve fiziksel yönden olumsuz etkilemeye çok açık, ve yazık ki birçoğumuzu etkiliyor. Ben yakın bir zamanda bu salgını atlatacağımıza, herşeyin normale döneceğine inanıyorum. Olabildiğince, her konuda, en az hasarla çıkmaya gayret göstermeliyiz.

Corona virüs (Covid-19) salgınına karşı gerekmedikçe evden çıkmamak fiziksel aktivitelerimizi kısıtlıyor. Spor salonlarına gidememek, açık havada yürüyüş yapamamak, en basitinden bir ihtiyacımız için  evin dışına çıkamamak fiziksel aktivite yetersizliğine sebep oluyor.  Bu hareketsizliğin sonucunda kas iskelet sisteminde güçsüzlük ve ağrının oluşmasının yanısıra, dolaşım sistemimizi yeteri kadar aktifleştiremediğimizden ötürü, kalp-damar sağlığımız da olumsuz etkileniyor. Bu süreçte yapacağımız birkaç egzersiz ile bağışıklığımızı güçlendirip, kalp damar sağlığımıza olumlu etkiler yapabiliriz.

Egzersizin bu süreçteki önemi nedir peki? Hekimler hergün televizyonlarda, sosyal medyada egzersizi ihmal etmememiz gerektiğini söylüyor,  bununla ilgili videolar ve görseller paylaşılıyor. Egzersiz yapmak hayatımızın her zaman bir parçası olmalı. Belki de en çok ihtiyacımız olan zamanlardan biri salgının yaşandığı bu dönemdir. Yapılan bilimsel çalışmalar ve yayınlar gösteriyor ki ; hergün ‘düzenli’ yapılan, orta şiddetli egzersiz , vücudumuzdaki , antikor seviyesini  (vücuda zarar verme ihtimali olan organizmalarla savaşan maddeler ) yükseltir. Yapılan çalışmalar egzersizden sonra ortalama 3 saat antikor seviyesinde artış olduğunu göstermiştir.  Bunu ‘düzenli’  yaptığımız zaman kalıcı hale getirebiliriz. Yani egzersiz yaparak bağışıklık sistemini güçlendiririz.  Egzersiz sindirim sistemini düzenler, bağırsak sağlığını olumlu etkiler. Bağırsaklarımızın sağlığı arttıkça serotonin ve melatoninn salgısı artar. Serotonin, insanda mutluluk, canlılık ve zindelik hissi veren bir nörotransmitterdir. Eksikliğinde depresif, yorgun, sıkılgan bir ruh hali görülür. Melatonin hormonu ise, doğal uyku döngümüzü yani biyolojik saatinizi ayarlar. Melatonin salgısı için iyi bir uykuya (karanlıkta salgılanır, yani gece uykusu önemlidir.) , ve serotonine ihtiyaç vardır. Egzersiz vücutta daha birçok hormon dengesinin sağlanmasına yardımcı olur. ( Burada beslenmenin önemini vurgulamak için parantez açmak istiyorum)

Virüsün akciğerleri etkilediğini biliyoruz. Hem parasempatik etkisinden dolayı (vücudu sakinleştiren sinir sistemi) , hem de akciğerleri havalandırıp kapasitemizi arttırmak için nefes egzersizleri önemlidir. Bir el diyaframın üstünde (karın boşluğunun üzeri, göbek deliğinin 15-20 cm üzeri)  bir el göğüste duracak şekilde oturun veya uzanın, göğüsteki elin kalkmadığından emin olun, diyaframa doğru normal bir nefes alın, tüm nefesinizi dudakları büzerek 10 saniyeye yayarak verin. Bu egzersizi günde 3 kere 10 kez tekrarlayın.  Farkındalıkla ve odaklanarak yapılan nefes egzersizleri  stresinizi azaltmaya yardımcı olacaktır.

Özellikle diyabet hastaları ev egzersizlerine dikkat etmelidir. Yemekten ortalama 2 saat kadar sonra yapılan orta şidddette , 20-40 dk arası  egzersiz  yapabilirler. Kan şekerleri 250 mg/dl nin  üstünde ve 100 mg/dl nin altında ise egzersizi önermiyoruz. Evde ip atlama, uzun bir koridor var ise tempolu, jogging tarzı yürüyüş, yada olduğu yerde hafif zıplamalar gibi aerobik egzersizler tercih edilebilir. Ayrıca ağırlık antremanları ile kas kütlesini koruyabilirler.

Hipertansiyonu ve kalp hastalığı olan kişiler de kontrollü bir şekilde egzersiz yapabilir. Günümüz şartında evde egzersiz yaparken kendi kendilerinin kontolcüsü olacaklardır. Nabzı fazla arttırmayan, nefes nefese kalmadan ve kendilerini yormadan, oturmada yada ayakta yapılan kol-bacak-gövde hareketleri yapabilirler. Yine yerde bacak esnetmeleri, boyun ve sırt germeleri yapabilirler. Biliyoruz ki kalp damar hastalıklarında yapılan düzenli ve kontrollü egzersiz, kan basıncını dengelemeye yardımcı olur.

Eklem ağrıları, bel-boyun gibi omurga ağrıları olan kişiler ne tür egzersiz yapmalıdır?  Evdeki şartları düşünürsek, yere bir mat sererek (yoksa iki katlı battaniye serebilirsiniz) beli ve karnı güçlendiren egzersizleri yapabilirler. ( Mekik çekme,  plank duruşu, köprü kurma gibi..) Pilates bandını kapı koluna takarak sırt egzersizleri yapabilirler. Peki herkes için, egzersiz yaparken nelere dikkat etmeliyiz?  Ağrılı durumlarda her türlü egzersizin bir fizyoterapist tarafından planlanması ve kontrol edilmesi gerekir.Fakat şu durumda, kişiler evde tek başına egzersiz yaparken ağrı oluşmamasına dikkat etmeliler. Yani  her hareket mutlaka ağrı sınırında yapılmalıdır. Eğer tempolu egzersizler yapacak olursanız, -zıplama,ip atlama,ritmik hareketler gibi- nefes nefese kalmamaya özen gösterin. Basit kural, nefes alış verişiniz , dışınızıdan konuşmaya izin verecek ama şarkı söyletmeyecek  hızda olmalıdır. Egzersizler nefes alış verişle senkronize bir şekilde yapılmalı, nefes tutulmamalıdır. Egzersiz sırasında ulaşması gereken ortalam nabız hızının 220-yaşınız ve bunun ortalama %50-%70 i kadar olmalıdır. Tabi bu durum tansiyon ve kalp hastaları için minimum seviyede olmalıdır. Örneğin, herhangi bir sistemik rahatsızlığı olmayan sağlıklı 40 yaşındaki  biri için hesaplarsak, 220-40=180. 180 nin ortalama % 60 ı 108 dir. Yani dakikada ortalama 108 nabızla egzersiz yapılabilinir.

Bu yazımda, evde kaldığımız bu dönemi  özellikle fiziksel olarak sağlıklı geçirmek için egzersizlerin öneminden ve neler yapabileceğimizden bahsettim. Biliyoruz ki sağlık bütüncüldür. Özellikle bağışıklığı arttırmak için fonksiyonel tıpın önerdiği bir beslenme düzeni, iyi uyku çok önemlidir. Umarım ülke olarak, dünya olarak en kısa zamanda bu günleri sağlıkla atlatırız. Mutlu günler diliyorum.


Şubat 19, 2020

Osteopati kişileri bütüncül bakışla değerlendiren bir bilim dalıdır. Bir ağrının  yada hareket kısıtlılığının sebebini problemin olduğu yerin ötelerinde, problemli yerle ilişkili büyün anatomik-fizyolojik bağlantılı bölgeleri değerlendiri. Bazen vücudun bir  bölümündeki  blokaj  eklemde, dolaşımda yada enerjide olan blokaj)  başka bir eyri etkileyebilir. Bu etkilemeyi sadece iskelet sistemi üstünden düşünmeyin. Mesela sırt omurlarındaki bir kısıtlılık aynı zamanda omuzla da ortak kası olduğu için omuz hareketlerini de etkileyebilir.  Ama bu organlar üzerinden de olabilmektedir. Örneğin sürekli idrar yolu enfeksiyonu geçiren bir kişide, mesane sinirleri belin bölgesinden çıktığından bel ağrısı yapabilir. Yada sezaryen doğum yaptıktan sonra, sezaryen kesisi iyileşirken olan  yara yerinde  (skar dokuda )olan yapışıklık vücudun ön kısmını çarşaf gibi saran fasya dokusunu germeye başlar. Boyun önüne yapışan fasya da boynu öne doğru bir itişe zorlayabilir. Bu itme gücü uzun süreli ve kuvvetli olursa, o zaman boyun düzleşmesi, boyun ağrısı, boyun kaslarında gerginlik yaratabilir.

Sonuç olarak vücuttaki bütün sistemlerin birbirini etkileyebildiği bir bağlantı var. Hem anatomik yollarla, hem de fizyolojik olarak bütünselleşir. Dolayısyla bir eklem,  yada kemik ağrısını sadece ağrının olduğu bölgede aramak, ve o bölgede çalışmak kesin ve etkili sonuçlar getirmeyebilir.


Haziran 25, 2019

Fizyoterapi egzersizleri,   fiziksel anlamda hareket kısıtlılığı  ve ağrısı bulunan hastalara  fizyoterapisler tarafından hazırlanan tedavi edici egzersizlere denir. Bunlar nörolojik yada ortopedik rahatsızlıklar olabilir. Bel-boyun gibi omurga ağrıları, eklem ağrıları, burkulma gibi yumuşak doku zedelenmeleri, menisküs ,ön çapraz bağ, kırık gibi ortopedik cerrahilerden sonra fizyoterapi egzersizleri ve rehabilitasyon süreci olmak zorundadır. Doğru, dozunda ve rahatsızlığın durumuna göre hazırlanmış bir fizyoterapi programı ile iyileşme zamanında ve doğru gerçekleşir. Koza Sağlıklı Yaşam ve  Egzersiz Merkezinde ,doktorunuzla iletişim halinde olarak, doktorun direktif ve görüşleri doğrultusunda  alanında uzman fizyoterapistler tarafından hazırlanan fizyoterapi  programı ile sağlığınıza tekrar kavuşabilirsiniz.


Haziran 18, 2019

Skolyoz omurganın kendi etrafında sağa-sola ve kendi etrafında da dönmesiyle oluşan bir deformitedir. Sebepleri genellikle bilinmemekle birlikte, çocukluk-ergenlik döneminde farkedilir. Genellikle kız çocuklarında erkeklerden daha fazla görülür.

Skolyoz nasıl farkedilir?

Skolyozun kesin tanısı Dr kontrolünde çekilen röntgen ile konulur. Fakat skolyozu ailenin yada kişinin kendisinin farketmesi gerekir. Bunu için  kişinin yapması gereken şey, ayna karşısında çıplak bir şekilde vücudunu incelemektir. Sıklıkla omuzlarda simetri görülür. Birisi önde, aşağıda, yukarda yada geride  olabilir. Bel çukurları eşit hizada değildir, kol ve bel arasındaki mesafe her iki tarafta farklı uzunluktadır.  Kalça seviyeleri farklı olabilir, birisi aşağıda birisi yukarıda olabilir. Yada kişiyi ebeveyni arkadan bakarak da inceleyebilir. Arkadan bakıldığında sıklıkla dikkat çeken asimetri , kürek kemiğindeki asimetriler ve sırttaki kamburluk olacaktır. Böyle bir durumda, kesin tanı için ortopedi uzmanına gitmek gerekir.

 

Skolyoz  Tedavisi Nasıl Yapılır?

Skolyoz tedavisinde günümüzde en sık tercih edilen ekol,  Schroth yöntemidir. Schroth yöntemi , Katharina Schrot tarafından 200 sene önce bulunmuş ve geliştirilmiştir. Peki schroth yönteminde hastalar nasıl ele alınır?  Hastaların deformiteleri 3 boyutlu olarak değerlendirilir. Öncelikle primer eğrilik röntgen üzerinde fizyoterapist/schroth terapisti tarafından  belirlenir.  Hastanın vücut  farkındalığı ayna karşısında öğretilir , eğriliklerini duruşunu ayarlayarak düzeltmesi ve  iki tarafa da eşit ağırlık vermesi sağlanır. Buna self-correction denir. Bu, günlük yaşamda da sürekli olarak kullanması gereken duruştur. Bundan sonra ise eğriliklerine göre mobilizasyonlar (fizyoterapistin el ile yaptığı hareketliliği arttırıcı manevralar),  nefes egzersizleri,   omurgayı düzeltici egzersizler  (kolların, bacakların ve omurganın pozisyonlanarak yapıldığı) yapılır. Bu egzersizler,  duvara monteli barlar, uzun sopalar,  destekleyici  yastıklar, minderler vs gibi ekipmanlar kullanılarak yapılır.

Schroth Yöntemi Kimlere Uygulanır?

Schroth yöntemi  ‘adölesan idyopatik skolyoz’ (sebebi bilinmeyen ) teşhisi  konmuş  her yaştaki skolyozlu bireylere uygulanabilinir.  Koza Sağlıklı Yaşam ve Egzersiz Merkezinde alanında uzman Schroth terapistleri tarafında skolyoz tedavisi yapılmaktadır. Skolyozda erken teşhis ve erken terdavi önemlidir.  Aksi takdirde ilerleyerek kişilerde ciddi deformitelere ve fonksiyon bozukluğuna sebep olabilir.

 


Şubat 18, 2019

Fazla kiloluluk ve obezite birçok kronik hastalıkda risk faktörüdür. İnsülin direnci, glukoz intoleransı, hipertansiyon, koroner kalp hastalığı, inme, solunum yolu problemleri kanser çeşidi şişmanlık vb sağlık sorunları gibi. Yüksek proteinli diyetin ne olduğuna dair genel fikir yoktur besin endüstrisinde toplam enerjinin proteinden gelen oranı %20’den fazla olduğunda bu terimi kullanılmaktadır. Vücut ağırlığı kaybı çalışmalarındaki yüksek proteinli diyetlerde bu ora enerjinin yaklaşık %30’unu oluşturmasını hedeflemektedir. Genelde, protein yüzdesi 15 den 30’a çıkarılarılır.Bu tür zayıflama diyetlerinde diyetin toplam enerji miktarı azaltıldığı için diyetle alınan protein miktarı 2kat artmamaktadır. Düşük karbonhidratlı diyetler karbonhidrat alımı <20g/gün olduğunda keton cisimleri oluşur.açlıkda karbonhidratlar yerine yağların yakılır ve keton cisimlerinin kanda artmasına, kanın PH’sının düşmesine ve bilinç kaybı durumlarına neden olmaktadır. İştah kontrolü yönünden yüksek protein-düşük karbonhidratlı diyetlerin yüksek protein-orta karbonhidratlı diyetlere göre üstünlüğünün olmadığı belirtilmektedir. Yüksek proteinli diyetle 4 hafta beslenen bireylerde haftada 1 kg ağırlık kaybı görülmüştür . sağlık göstergelerinde olumlu iyileşmeler görülmektedir.vücut yağ kütlesindeki azalmış yağsız kütlenin korunmustur. yüksek proteinli diyetlerin azalan karbonhidrat miktarıyla birlikte daha iyi yağ kaybı görülmektedir .fakat bunların kısa süreli olduğu görülmüştür. Çalışmalara göre metaanalizde, yüksek proteinli diyet ile en yüksek kilo kaybı altı ay süren çalışmada 3.7 kg iken 17 aylık çalışmada 1.2 kg bulunmuştur. Yüksek protein diyetinde sekiz çalışmanın ortalama ağırlık kaybı 6.3 kg ve bu standart diyette 5 kg’dır. hızlı ağırlık kaybettiren ancak uzun dönem olası riskleri net olarak açıklanamayan diyetler yerine dengeli diyet ile ağırlık kaybı daha güvenilirdir.

Uzun vadedeki kardiyovasküler zararların ağırlık kaybının kısa vadedeki faydalarından daha baskın geldiği belirtilmektedir. karbonhidratın 20 g azalması ve proteinin 5 g artmasıyla kardiyovasküler hastalık riskininin %5 arttığı bulunmuştur.

Düşük karbonhidrat-yüksek proteinli diyetlerde meyve tüketimi azaltıldığı için antioksidan üzerine olumsuz etkileri olur.k.hidrat ve yağlardan daha uzun süreli tokluk sağlar.Yüksek protein-düşük karbonhidratlı diyetlerin böbrek sağlığında konusunda devam eden endişeler bulunmaktadır ancak bu tarz diyetlerin böbreklere olan etkileriyle ilgili bilinenler oldukça azdır .

 

 

Diyetisyen Handegül KONU


Temmuz 23, 2018

Omega-3 , balık yağı
Yağlar insan beslenmesi için gerekli olan en önemli unsurlardan biridir. Proteinlerle birleşip lipoproteinleri oluşturarak hücrenin yapı maddelerini meydana getirmekte, aynı zamanda yüksek enerji kaynağı sağlamaktadırlar. İnsan vücudu esansiyel yağ asitlerini sentezleyemediğinden bunların gıdayla alınması gereklidir.

Doymamış yağ asitleri, moleküldeki çift bağın sayısına ve bulunduğu yere göre tanımlanmaktadırlar.
Yağ asidi molekülünün sonundan başına doğru ilk çift bağın bulunması omega veya “n” şeklinde gösterilmekte olup, doymamış yağ asitleri n-3, n-6 ve n-9 olarak 3 grupta toplanmaktadır. Doymuş yağ asitleri ile tekli doymamış n-9 yağ asitleri insan vücudunda sentezlenebilmektedir. Dolayısı ile  bunların gıda ile dışarıdan alınması şart değildir. Birden fazla çift bağ içeren çoklu doymamış
yağ asitleri ise (PUFA) n-3 ve n-6 olarak 2 alt kategoriye ayrılmaktadır. Bunların her ikisi  de insanlar tarafından sentezlenemediğinden dışarıdan gıdalarla alınması gerekmektedir. Bu yağ asitleri “esansiyel” olarak kabul edilmekte ve gıda ile alınmaları büyük önem taşımaktadır.

n-3 yağ asitlerinin kalp damar sağlığı üzerindeki olumlu etkileri her yıl daha da önemli bir konu haline gelmektedir. Yapılan çalışmalar bu yağ asitlerini içeren kapsüllerin alınması sonucunda damar tıkanması riskinin düştüğünü ortaya koymaktadır. Herkesin haftada 2 kez yağlı balık tüketilmesinin ve koroner kalp hastalarının da yağlı balıktan elde edilmiş EPA ve DHA içeren ürünleri diyet takviyesi olarak her gün alması önerilmektedir.
Nelerde bulunur, Faydaları nelerdir?
Bakalım bu Omega 3 (n-3) hangi besinlerde bulunuyor? Keten tohumu yağında, yeşil yapraklı sebzelerde, çinekop, uskumru, alabalık, ringa, ton ve somon balıkları gibi yağlı balıklar omega 3 bulundurur. Yağlı balıklarda ve balık yağında bulunan baskın ve en önemli yağ asitleri EPA ve DHA’dır. EPA kardiyovasküler hastalıların önlenmesinde önemli rol oynarken, DHA beyin ve sinir gelişiminde,hafızayı güçlendirme, konsantrasyonu arttırmada, alzaimer hastalığı sorunu azaltmada önemli rol oynar.
Bu nedenle tüketicilerin balık yağı kapsülü içindeki EPA ve DHA düzeylerini belirlemek için besin etiketi okumaları çok önemlidir. Kardiyovaksüler hastalıklardan korunmak için EPA yoğunluğuna, zihinsel gelişim için DHA miktarının yoğunluğuna bakılması ihmal edilmemelidir.

Balık yağlarının diyabet hastalarında da yararlı etkiler sağladığı bilinmekte olup, yapılan çalışmalarda balık yağından elde edilen n-3 yağ asitlerinin hiperglisemi üzerine etkili olduğunu ve glisemik kotrolu sağlamada etkili olduğunu belirtmişlerdir.
Diyetle yeterli miktarda n-3 tüketimi kadınlarda menstural sendromun ve menopoz sonrası sıcak basmasının önlenmesinde olumlu etkiler sağlamaktadır.

Diyette önemli miktarda EPA ve DHA bulunmasının hamileliğin kalitesini artırdığı ve fetüsteki beyin gelişimini destekleyici etki sağladığı bilinmektedir. Balık yağlarının kas ve eklemlerdeki yangıları azaltmak, artriti yavaşlatmak gibi yararlar sağladığı bilinmektedir.

Vücütta esansiyel olarak dışarıdan alınması gereken omega 3’ün dışarıdan yeterli miktarda alınması için haftada en az 2 kere en iyi kaynağı olan balığın tüketilmesi gerekmektedir. n-3 yağ asitlerini diyetle, ya da diyet desteği olarak kapsül şeklinde almak mümkündür. Bazı balıklar metil cıva ve diğer kontaminantları içerebilir, dolayısı ile balık yağı ve diyet takviyelerini güvenilir ve kanunlara uygun üretim yapan firmalardan almak gereklidir. Günlük olarak 3 grama kadar n-3 alınması güvenli olarak kabul edilmiştir. 3 gramdan fazla tüketimin bir doktor gözetiminde yapılması gerekmektedir, çok yüksek miktarda alımı kan sulandırıcı etkisiyle aşırı kanamaya neden olabilir.